Önümde uzanan 2020 ajandasına bakıyorum. Ajandalara haftalık planlarını yazan, ajanda bölümlerini renkli kalemlerle çizen, geçmişte gittiği etkinliklere dönüp onları hatırlamayı seven Ezel gülümsüyor. Ajandasını hevesle doldurabilmek için büyük ve pahalı bir şey almıştı oysa. Her ay başında motivasyon sözlü ajanda sayfalarını hevesle okur, bu ay acaba hangi konsere, kursa katılacağını düşünüp heyecanlanırdı. Bir haftasonu yapacak bir etkinlik bulamasa nefesi daralır, morali bozulur o haftasonu koca bir ay gibi uzun gelirdi ona. Şimdi koca bir ay, bir haftasonu kadar kısa geçiyor.
Bütün dünyayla aynı anda durmak zorunda kaldık. Yukarıda kendi hayatımdan verdiğim örnek gibi, birçoğumuz kurs, etkinlik, okul, staj, iş peşinde devamlı ajandalarımızı dolduruyorduk, ya da doldurduğumuzu düşünüp tatmin oluyorduk. Okul çıkışı bir sosyal etkinlikten başka birine giden, akşamlarını en sevdiği barda soluklanıp bitiren, gün içine ne kadar çok etkinlik sığdırırsa o kadar kendini iyi hisseden biri olarak şimdi bu geçtiğimiz günlerin benim için ne derece olağan geçtiğini anlayabilirsiniz. İşin garip kısmı huzurlu bir olağanlık bu.
İlk başladığında birkaç günde nefesim daralıyor, temelli sokağa çıkma yasağı ihtimalini düşünüp duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Bir iki hafta sonra, ilk şaşkınlığı atlatıp gün içinde market, açık alan neresi varsa evde biten sütü bahane edip sosyalleşme alanı olarak markete giden, evin önündeki çimlerde geçirdiği on dakikayı şanslı sayan biri haline dönüşmüştüm. Eski hayatımla şimdiki hayatımı kıyaslıyor, kalabalık konser alanlarını düşünüp özlüyordum. Bir gün huzurlu uyanıp iyi bir kahvaltı ettiğim için mutlu hissediyor, ertesi gün kendime bile katlanamaz vaziyette uyanıyordum. Sonra o gurur duyduğum “dolu” hayatımda ertelediğim neler var diye gözden geçirdim. “Dolu” hayatımda yeteri kadar kitap okuyamıyordum, izlemem gereken filmleri erteliyordum, yıllardır odamda duran ukulele tozlanmış ve bir ev dekoru haline gelmişti. Kendini sürekli oyalayan, yaparız yaparız diye kendini geçiştiren biri haline gelmiştim. Şimdi ise tozlanan ukuleleme ayıracak zamanım var, sabah yatağımdan fırlamadan kitap okuma lüksüne sahibim. Tüm bunlar bittiğinde, herkes gibi staj, kariyer, o kurs bu etkinlik koşturmaya devam edeceğim. Gelecek kaygıları içinde akşamın nasıl olduğunu anlamadan, barlarda sarhoş olup yatağımda sızdığım günlerime geri döneceğim.
Peki asıl soru şu: “Aynı kişi olabilecek miyim?”
Ya da olabilecek miyiz? Sevdiklerimize bol bol zaman ayırabildiğimiz, yan yana yemek yapıp uzun sofra saatlerinde sıcak bir ortamda dertleşebildiğimiz şu günlerden sonra eskisi gibi olmak mümkün mü artık? Bazılarımız karantinada yanında sığınabileceği birisinin olmasının önemini fark etti, bazılarımız kendiyle ilk defa baş başa vakit geçirip kendini gerçekten tanımaya başladı, bazılarımız aslında içe dönük bir yapısı olduğunu fark etti ve alışkanlıklarını değiştirdi. Olağan dışı ortaya çıkan yeni durumla birlikte hayatta kalabilme ve adapta olabilme devrelerimiz çalışmaya başladı. Günün birinde dünyayı ele geçiren bir salgından ötürü öleceği aklının ucuna bile gelmeden ölenler de var tabii. Bir üç ay öncesinde okulları, restaurantları, kilise-camileri kapattıran bir salgından ötürü öleceklerini söyleseniz gülerlerdi muhtemelen.
Bu yeni hayat tarzı devam ede dursun, yataktan kalkmak istemediğim ve kendimi suçladığım günlerden birinde benden birkaç yaş büyük bir arkadaşımı arayıp zamanımı değerlendiremediğimde kendime sinirlenip, ne üreteceğimi bilmediğimden dert yandım. Ve bana dedi ki “Ya Ezel! İlla bir şey üretmek, bir şeyler yapmak zorunda mısın? Bazen sadece durup kendini dinlemen ve tanıman gerekir. Bundan daha iyi fırsat mı var?” Kapitalistler boş zamanlarda da verimli yaşayın diye reklamlarına devam ederlerken, ekonomik krizin eşiğindeki sistemi göz önüne alarak evde de zamanımızı nasıl kontrol edeceğimizi kafalarımıza sokmaya çalışıyorlar. Benim gibi ajandasını yanından ayırmayanlarınız bu dayatma ve kendini hırpalamalara çok kolay kanıyor.
Neyi hırpalıyorum ki? Bütün dünyayla aynı anda hiçbir şey yapmama lüksünde ve aynı zamanda devamlı çalışma peşinde koşmak için psikolojik baskı hissettiren bu “verimlilik”çağında kendimize verimsiz olma iznini verdiğimiz günler de olsun. Sürekli yatma hali değil tabii ki. Ama bir sabah uyandın ve aynaya bile bakmak istemiyorsun. Sorun değil. O gün kendine şefkatli ol ve izin ver. Makina değilsin, insansın. Zaten kendine izin verdikten sonra bedenin öğrenmeye, üretmeye hevesli olacak tekrar. Böyle düşünmemi sağlayan arkadaşım beni gerçekten çok rahatlattı. Biliyorum yine çok mutlu uyandığım günlerden sonra kendime bile katlanamadığım günler gelecek. Ama o günlere de izin vermeye ve kendimi daha iyi anlamaya karar verdim.
Eğer siz de zaman zaman benim gibi hissediyorsanız, kendinize yüklenmeyin ve o anki duygu durumunuzu kabul edin. Elbet geçecek.
Sağlıklı ve huzurlu günler olsun. 🙂
Ezel