Rüzgar giderek şiddetlenmeye başladı. Eski ahşap çerçeveli pencereler, rahatsız edici bir şekilde gıcırdıyor. Oda karanlık ve içeriyi toprak tonlarında ışıldayan dolunay biraz olsun aydınlatıyor. Birde açık TV…
Bir yarışma programının sesi geliyor. En kısa sürede en hızlı kim yiyecek programı olmalı bu, çünkü seyirciler “Haydi! Haydi! Ye! Ye!” diye bağırıyor, kocaman bir masanın kenarında sıralanmış yarışmacılar –çoğu obez- elleriyle ağızlarına sürekli yemek götürüyorlar. TV’nin önünde ileri geri sallanan bir koltuk var, rüzgardan başka bir ses duyulmayan odada koltuğun varlığı belirgin bir şekilde hissediliyor.
Onun ise telefonu elinde, haber sitelerinden hap hızında yutulan haberleri parmak hareketleriyle aşağı doğru kaydırıyor ve kaydırıyor. Koltukta ileri geri sallanmaktan başka yaptığı tek hareket bu. Parmak kaydırmak…
Gözüyle TV’de saniyeler içinde hamburger yutan obezlere odaklanırken, bir yandan haber başlıklarını okumayı ihmal etmiyor.
Rüzgar, çerçeveleri sallıyor. Islık öttürür gibi bir ses yankılanıyor dışarıda. Koltuk ileri geri ileri geri… TV’de tezahürat sesleri: “Ye! Ye! Ye!” O sırada parmağı aşağı doğru aşağı doğru…
Ah bir haber başlığı: “SOKAKTA YAŞAYAN AÇ ÇOCUKLARIN SAYILARI ARTIŞTA”
Haberi okuyup hüzünle iç çekiyor.
Hooop! TV’den gelen bir sesle dikkati dağılıyor. Kazanan yarışmacı belli olmuş, on dakikada yedi hamburger ve iki tabak makarna yemiş. Kazanan obez yarışmacı adamın zafer kutlamalarına, yürüyemeyecek kadar şişman bedeniyle yaptığı şaklabanlıklara gülüyor. O sırada parmağı az önceki haber başlığının hemen altında, sokakta aç yatan bir çocuğun fotoğrafının üzerinde kalmış.
Ve parmağını alttaki haberlere doğru kaydırmaya devam ediyor.
