SOSYAL MEDYADAN UZAK KALMALI MI?- KALMAMALI MI?

Selamlar,

Tam olarak iki haftadır Instagram hesabım kapalı. Bir bağımlılığımı yenmeye çalışır gibiyim; hem hafiflik hem de yoksunluk hissediyorum. “Buradan gerçekten çok sıkıldım!” diye nedensel bunalımlarla kapatmıştım. Gerçekten hayatımda olmayan, artık görüşmediğim insanların “hayat hikayelerini” görüyorum diye sanki hayatımdalar yanılsaması, gerçekten beni ilgilendirmeyen bir sürü gönderi ve kişiler, bir yandan kendimi paylaşma ve gösterme isteğim… Şimdi aradan geçen iki haftaya baktığımda çoğunlukla güzel hisler yaşadım diyebilirim. Ama bir yandan akıllı telefonum hala benimle; akıllı telefonları kullanmaya devam ettiğimiz sürece Instagram, alışveriş siteleri ya da başka bir uygulamayı elimiz alışıldık olarak tuşlamaya, akışta ne varsa kontrol etmeye devam ediyor. Spotify, haber siteleri, Youtube… Çözüm sadece Instagram’a veda etmek mi diye düşünmeye başladım. Bu kadar suçlamayı hak ediyor muydu? Kendi içimde yaşadığım çıkmazları onla ne kadar bağdaştırabilirdim “irade” diye bir şey varken? Geçen iki haftanın sonunda arkadaşlarımın sanal hikayelerini göremediğim için, güzel manzara fotoğrafları çektiğimde onları başkalarıyla paylaşma dürtümü yenemediğim için, Instagram suçlamalarım yerini ‘Acaba?’lara bırakmaya başladı.

Öte yandan, paylaştığım gönderilerle ilgili hissettiğim baskı, arkadaşlarıma yaşadığım bir anıyı anlatmaya kalksam zaten önceden biliyor, sosyal medyadan görüyor oluşları benim için can sıkıcıydı. Uzun zamandır konuşmadığım arkadaşlarımın ben bir anda ortadan kaybolunca “İyi misin?” diye bana ulaşmaya çalışmaları da bir tık güzel bir karar verdiğimin kanıtı oldu

Hem anı yaşamak, hem de anı paylaşmak beraber mümkün mü peki? Küreselleşen bir dünyada, herhangi bir yerde olabilip haber alabilir vaziyetteyken, kendi küresel sosyalliğimizden kaçmamız mümkün mü? Benim geçirdiğim bir vakti Brezilya’da yaşayan bir arkadaşım görebilir ve ben de onun ülkesinde bir akşam yemeği anına dahil olabilirim. Sorun aslında bunlara dahil olmak değil, sorun gerçekliğin önemini o anlara bırakmak. Gerçekleşmesini istediğim bir hayali kurarken, o hayalin önce Instagram hikaye versiyonunu kurguladığımı fark edince kendimi sorgulamıştım. Asıl sorun bu olabilirdi, gerçeklik yerine dijitallik… İletişim yerine etkileşim… Bildirimler…

Birkaç gün önce güzel bir akşamda evde gitar ve ukulelemizle eğlenirken, ev arkadaşlarım o an geçirdiğimiz vakti Instagram canlı yayında paylaşmaya başladıklarında neden sinirlenip odama kapandığımı anlayamamışlardı. Yabani biri gibi davranmıştım çünkü bir anda benim yerime Instagram izleyicileri o vakti geçirmeye başlamışlardı. Teknolojiye tercih edilmiş gibi hissetmiştim. Şimdi dönüp baktığımda, o an onlar eğlendiği için büyük bir tepki vermeyebilirdim diye düşünüyorum, ancak son zamanlarda sorduğum sorular ve aldığım kararlar bakımından bu olayı “anı bozma” olarak görmüştüm.

Kendimi gözlemliyorum: Peki nereye kadar? Belki bir saat belki bir gün içinde Instagram hesabımı geri açabilirim. Huzur ve merak arasında bir his bu; yalnız şunu biliyorum ki bu geçtiğimiz iki haftada hiçbir şey kaçırmadım. 🙂

Ezel,

Youtube’da üretici bir detay: Kemal gürel

Bugün mini röportajlara Erkek Kanalı, Kadın Kanalı, Sokak Röportajları gibi Youtube programlarının yapımcı ve sunucularından Kemal Gürel ile Youtuber olmak-, Kemal Gürel aslında kimdir ve daha fazlası üzerine devam ediyoruz.

Sevgili okur,

Bugün mini röportajlara Erkek Kanalı, Kadın Kanalı, Sokak Röportajları gibi Youtube programlarının yapımcı ve sunucularından Kemal Gürel ile Youtuber olmak-, Kemal Gürel aslında kimdir ve daha fazlası üzerine devam ediyoruz. Bu kanallardan bazılarını takip ediyorsan veya sende şimdi merak uyandırdıysa Youtube’da arama köşesine gitmeden önce aşağıya inebilirsin. 🙂

– Kısaca kendinden bahseder misin? Kemal neler yapar?

1982 İzmir doğumluyum. 20 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo & Tv-Sinema bölümünden mezun oldum. Okurken çalışmaya başladım. IKSV ve Pozitif gibi Türkiye’nin önde gelen müzik, eğlence & kültür şirketlerinde rehberlik yaptım ve prodüksiyon takımlarında görev aldım. Ayrıca !f İstanbul, Rock’n Coke, 2005 Eurovision gibi önemli etkinliklerin yönetim kadrolarında çalışma şansı buldum. 2011-2015 yılları arasında Turkcell iletişim ekibinde çalıştıktan sonra 2015’de kendi ajansımı kurdum. itworks! Creative Content Company 5 senedir etkinlik alanında hizmet veriyor. Ayrıca 2012 senesinde en yakın arkadaşlarımla birlikte kurduğumuz; Sokak Röportajları, Erkek Kanalı, Kadın Kanalı, Refika Birgül ve daha bir çok kanalın yer aldığı Turkey Video Network‘ün creative director’ü olarak çalışmaya devam ediyorum.  

– Erkek kanalı fikri nasıl oluştu ve gelişti?

Türkiye’de özellikle genç, ortaokul, lise ve üniversite çağındaki erkeklerin hayat, okul, tercihler, cinsellik, ilişkiler gibi konularda yalnız olduklarını, etraflarında bu konuları konuşmak için çok arkadaşları, abileri veya aile fertleri olmadığını biliyorduk. Bu konulardaki bilgi eksikleri yanlış tercihlere, kronik mutsuzluklara, mutsuz evliliklere ve hatta yanlış cinsel tercihlere kadar bir çok travmaya yol açabiliyor. Biz dört arkadaş bu konularda bildiklerimizi samimi bir şekilde aktarmak için kanalı kurduk. Kanal çok kısa sürede çok büyük ilgi gördü. Her türlü konudan 100’ün üzerinde video şu anda kanalda. Her gün Türkiye’nin dört bir yanından onlarca genç arkadaşımız en samimi ve özel sorularını bize sorup bizden destek istiyor. Onların yanında olmak, kimi zaman onlara yol göstermek bizi çok mutlu ediyor. Hem eğleniyoruz hem de işe yaradığımızı bilmek bizi sevindiriyor.

– Seni bu işte neler motive ediyor? 

Kesinlikle para değil. YouTube’dan para kazanmak çok kolay değil. Kesinlikle marka işbirlikleri haricinde izlemelerden kazandığınız paralar ile kanalın dönmesi kolay değil. Bizim motivasyonumuz izleyici kardeşlerimizin teşekkür mesajları ve sokakta bizi gördüklerindeki sevgi gösterileri. Türkiye’nin her yerinde takipçilerin olduğunu bilmek çok güzel. Ayrıca kanalın %40 izleyicisi de kadın. Bu da çok önemli bir rakam.

– Youtuber olmak etrafa bakışını nasıl şekillendiriyor? Bu işin sırrı ne?

Kendime tam olarak YouTuber diyemem. İlk işim aslında reklamcılık. Ben YouTube aracılığıyla bilgilerimi, deneyimlerimi paylaşıyorum. Ama sadece YouTube üzerine bir kariyer kurmadım. Bu işin sırrı kesinlikle samimiyet. Ne kadar samimiyseniz o kadar seviliyor, o kadar izleniyorsunuz. Olduğunuz gibi olduğunuz sürece, kalbinizi ve düşüncelerinizi filtresiz izleyicilere açtığınız sürece daha çok izleniyor daha kemik bir kitleye ulaşıyorsunuz. 

– Okuyanlara iletmek istediğin bir mesaj var mi? 

Ben ürettikçe, ürettiklerimi insanlara sundukça mutlu oluyorum. Ne zaman ki üretmeyi durdururum o zaman tükenmiş hissederim. Bildiklerimizi, deneyimlerimizi insanlarla paylaşmak çok büyük mutluluk ve şans. Şimdi artık YouTube gibi, Instagram gibi milyonlara hatta milyarlara ulaşabileceğimiz platformlar var ceplerimizde, evlerimizde. Bu platformları en doğru şekilde kullanmak elimizde. Doğru kullanıldığı zaman toplum için faydalı, yanlış kullanıldığı zaman ise çok tehlikeli olabilir bu programlar. Biz ışık saçmayı seçelim, sevgi vermeyi deneyelim. O zaman bu platformlar en doğru şekilde kullanılacak ve işe yarayacaklar. :))

Bir cumartesi akşamüzeri

Hissedilmek istiyorum oysa, içtiğim sıcak şarabın tadını, yazarken parmaklarımın nasıl sertleştiğini, nefesimi nasıl kısa alıp verdiğimi… Bu hissedebilme kabiliyetinin herkeste olduğunu ama bunu geri kazanabilmek için çalışmam gerektiğinin farkındayım. En son safça hissedebildiğimde deneyimlerim yoktu ve olanı olduğu gibi gözlemliyordum; bebektim yani. Hepimiz bebektik ve bilmiyorduk.

Bugün sohbete konuyu anlatan şatafatlı bir giriş yapamayacağım, çünkü anlatmak istediklerimin ben yazdıkça netlik kazanmasına izin verdim. Ankara’nın en beğendiğim loş mekanlardan biri olan Sardunya’ya cümlelerimi birleştirebilmek için uykulu ve yorgun oturdum. Gözlerimden uyku akarken bedenim kafamın içinde “yapılması gerekenler” listesini tamamlamak isteyen sese uyum sağlamak için hareket etmeye devam ediyor. Tamamlanması gereken görevler bir liste gibi art arda sürekli kendilerini hatırlatıyorlar. “Hissedebilme” deneyimini gözlemliyorum, kafamın içinde bazıları gerçek olmayan görüntüler, korkular, yorumlar, eleştiriler, uyarılar yapan zihnim hissedilme kabiliyetime ket vuruyor. Karar verirken ket vuruyor, hareket ederken ket vuruyor, konuşurken ket vuruyor, dinlerken ket vuruyor; GERÇEKLİĞE ket vuruyor. Öyle ki, olanı olduğu gibi anlayabilme kabiliyeti zihnin biriktirdiği anılarla farklı renklere, seslere bürünüyor, anlam kazanıyor adeta. Tarçınlı sıcak şarap içerken başladığım yazıda, önümdeki masada oturan kadın arkadaş grubunu: “Çekildikleri selfieleri mi konuşuyorlar? Ne gereksiz…” gibi anında yargılayabilecek kadar hızlı davranan bir zihin bu. Hissedilmek istiyorum oysa, içtiğim sıcak şarabın tadını, yazarken parmaklarımın nasıl sertleştiğini, nefesimi nasıl kısa alıp verdiğimi… Bu hissedebilme kabiliyetinin herkeste olduğunu ama bunu geri kazanabilmek için çalışmam gerektiğinin farkındayım.

En son safça hissedebildiğimde deneyimlerim yoktu ve olanı olduğu gibi gözlemliyordum; bebektim yani. Hepimiz bebektik ve bilmiyorduk. “Deneyimleri boşuna mı yaşadık? Öğrendiklerimizi boşuna mı öğreniyoruz?” diyebilirsiniz, haklısınız! 🙂 Onları zihin kendi içinde depolarken, geliştirdiğimiz refleksler, öğrenme becerimiz, hesaplama becerimiz değerli ama her anı bu kadar yorumluyor olmak gerekli değil. Hatta yorucu da. Yolda yürürken çukura düşmüşsündür, çukurun nerede olduğunu artık öğrendin ve tekrar aynı yoldan geçerken çukura basma ve geç, çukurun üzerine düşünüp durma gibi bir şey demek istediğim. Ya da dans ederken; müziğin ritmini takip ederken nefesini dinle, sözcükler yerine hislerle adımlarını at. Hisset.

Çabaladığım kısım bu; yorumlar yerine tepkiler, yargılamalar yerine anlamalar… Tabii ekonomi sorularımı çözerken hissetmem şart değil, orada canım zihnimin depoladığı bilgilere muhtacım… :)))

Siz ne kadar sıklıkla hissedebiliyorsunuz?

Ezel

%d blogcu bunu beğendi: